Haber+

Hatta hastanelerin küçültüldüğü şehirler bile var...

ABD ve Avrupa şehir şehir çöküyor

 

"Ekonominin altın çağı olan 2009 öncesi har vurup harman savuran Batı'nın lüks şehirleri, iflas bayraklarını birer birer çekiyor. Okulların açılmasının riske girdiği, çöplerin toplanamadığı hatta hastanelerin küçültüldüğü şehirler bile var"

Benzer haberlerde, İtalya’da, İspanya’da, ABD’de kentlerin hatta eyaletlerin iflas noktasına geldiği, eğitim, sağlık, güvenlik gibi olmazsa olmaz kamu hizmetlerinin dahi yapılamadığı ayrıntılarıyla anlatılmakta.

İtalya’da bazı şehirlerde hastanelerin belli bölümleri kapatılırken, 10 il iflas tehlikesiyle karşı karşıyaymış. İtalya Yerel Yönetimler Birliği Başkanı Graziano Del Rio, "Durum gittikçe kötüleşiyor" demiş.

İflas haberlerinin ilk geldiği ve en yoğun olduğu ABD'de ise listenin her geçen gün uzadığı belirtiliyor. California eyaletinde üç şehir birden iflas emiş. 2010'dan bu yana iflas başvurusunda bulunan şehir sayısı 27’yi bulmuş durumda.

Sizin Madrid’e el açmanıza gerek yok. Sizin kaynaklarınız size yeter, gerekirse başlangıçta ihtiyaç duyacağınız parayı da biz size veririz. Yaşasın "Avrupa Konseyi, Yerel Yönetimler Özerklik Şartı", yaşasın mali özerklik. Yaşasın Bölgeli Devlet. "Siz var ya siz", öyle işler yaparsınız ki Madrid’dekiler bile sizi kıskanır denilerek, hızla "demokratikleştirilen" Katalanların borcu 42 milyar doları bulmuş durumda.

Artık en temel yerel kararlar için Madrid’e gitmek zorunda kalmayan Katalanlar, söz konusu kararlarla ilgili olarak uluslararası finans sisteminin merkezi New York’a, Londra’ya, Frankfurt’a, Dubai’ye bağımlı hale gelmiş durumdalar. Artık, ne yapmaları gerektiğini içerisinde kendilerinin de temsil edildiği Madrid’deki İspanya parlamentosu değil, alacaklı finans kuruluşları söylüyormuş. Ne gam. Yeter ki demokrasi olsun.

Yaklaşık 40 yıldır aralıksız söylenen "piyasa iyidir, devlet kötüdür" şeklinde özetleyebileceğimiz neo-liberal yalanlarla insanların beyinleri öyle yıkanmış durumdaki, hiç kimse, bölgeli devlet, federalizm, demokrasi denilerek, ulusal bütçelerden yerel yönetimlere ayrılan kaynağın giderek azaltılıyor olmasının asıl amacının, yerel yönetimleri özgürleştirmek değil, bankacılık sisteminin borç/faiz batağına itmek olduğunun farkında olmadı. Yerel Yönetimler, yarışan kentler, yarışan bölgeler mantığıyla, borç parayla büyük yatırımlar yapmaları için özendirildi.

Gelinen noktada, bu güne kadar yapılanları görmek istemeyen/görmezden gelen/görmesi engellenen sıradan vatandaş, temel kamu hizmetlerini gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş kamu tüzel kişilikleri olan yerel yönetimlerin, yani Devletin bir parçasınınnasıl olup da iflas edebildiğini anlayamıyor.

Herkesşaşkın durumda. Yerel yönetimler batarsa ne olur sorusuna yanıt arıyor. Neo –liberal finans lobisi, 40 yılda sabırla geliştirdikleri, kentsel hizmetler yoluyla fahiş karlar elde etmeye dayanan sistemin çökmesini, bırakın temel insan hakkı niteliğindeki yerel kamusal hizmetlerin sunumunun kamusal görev olduğu eski günlere geri dönülmesini, serbest piyasa demokrasinin temelidir safsatasına sığınarak bu olasılığın konuşulmasına dahi tahammül edemiyor.

Bu tahammülsüzlükten kaynaklanan nedenlerle olsa gerek, batırdıkları bankaları kurtarmak için milletin vergileriyle oluşan devletin hazinelerine el atmaktan utanmayan Finans Lobisi, alelacelesorunun temel nedeninin çalışanlara verilen yüksek ücretler ve emeklilik hakları olduğunu söyleyiverdi.

Kullandıkları arabanın, yatın, uçağın masraflarını dahi, şirket gideri olarak gösterip, vergiden düşerek devlet kesesinden lüks yaşamaya, kamu kaynaklarını istedikleri gibi hortumlamaya alışmış Finansşörler, sadece sorunu teşhis etmekle kalmadı çözümü de söyleyiverdiler hemencecik.

Yerel yönetimlerce götürülen hizmetlere zam yapılsın, çalışan sayısı azaltılsın, çalışanların emeklilik hakları budansın, yerel yönetimlere ait tüm mallar, tekel niteliğindeki kamu hizmeti amaçlı (elektrik, su dağıtımları, toplu taşın hizmetleri, metrolar, otobüsler, vb) kamusal imtiyazlar hızla özelleştirilsin. Su, elektrik, kanalizasyon, ulaşım, sağlık, eğitim, vb. kamu hizmeti olmaktan çıksın, parası olan alsın, parası olmayan kentin ortasında susuz kalsın, çöpü, kanalizasyonu alınmasın, deyiverdiler.

Borç parayla yaşanan güzel günler bitip, son 40 yılda yaşanan hovardalığın bedeli vatandaşın sırtına yüklenmek istenildiğinde neler olduğunu anlayan sıradan vatandaş ise sokaklara dökülmüş durumda. Avrupa’nın, Amerika’nın büyük kentlerinin sokakları, caddeleri miting alanına dönmüş durumda.

Sistemin esiri haline gelmiş çapsız politikacılardan bir şey çıkmayacağı açık olduğuna göre, tek umut sokaklar. Bekleyip göreceğiz neler olacağını.

Avrupa’da, Amerika’da durum böyle. Bizde durum farklımı? Bilmiyoruz.

2005-2006 yıllarında, yerel yönetimlerin gücünü artırmak, demokrasiyi güçlendirilmek, AB’ye uyum gerekçesiyle, Yerel Yönetim Kanunlarında yapılan değişikliklerle, yerel yönetimlerekesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarı kadar borçlanma imkânı sağlanmış durumda. (Büyükşehirlerde 1,5 katı kadar)

Söz konusu mevzuat düzenlemeleri, demokratikleşmeye ne kadar katkı sağladı bilmiyoruz. Bildiğimiz, yerel yönetimlerin borçlanma özgürlüğü konusundaki en önemli adımların bu düzenlemelerle atılmış olduğu.

Ne kadarborçlandıklarıise tam olarakbilinmiyor. İstanbul MilletvekiliLeventTüzel, TBMM Başkanlığı’naverdiğisoru önergesindebusorununyanıtınıarıyor.

Soruönergesinde; "BorçGöstergeleri" başlığıaltındaHazineMüsteşarlığıncayayınlananraporda, merkeziyönetimiçvedışborçlarınınyeraldığını, ancakyerelyönetimlerinborçstoklarınınkamuoyuilepaylaşılmadığınısöyleyenmilletvekili, "halkbubilgilerineredenvenasılalacaktır?"diyesormuş.

Yanıt gelir mi? Yada gelen yanıt yeterli olur mu?Göreceğiz.

Yerel Yönetim Seçimlerinin 6 ay öne alınarak, Kasım 2013’te yapılacağına ilişkin iktidar partisi kanadından gelen açıklamalar, seçimlerde belediyelerin icraatlarını değerlendirerek, oy kullanacak bilinçli seçmenler açısından bu sorunun yanıtını daha da acil ve önemli kılıyor.

Ahmet Müfit

Odatv.com

'Biz aştıysak, Avrupa'da krizi aşacaktır'



 

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AB ile vize muafiyeti görüşmelerinin 3-4 yıl kadar süreceğini düşündüğünü, bu süreç sonunda birlik müktesebatına da aykırı olan bu uygulamanın kalkacağını söyledi.

Türkiye kendi krizini nasıl aştıysa, Avrupa'nın da ekonomik krizi aşacağını dile getiren Bağış, AB sürecini Türkiye'nin en önemli reform süreci olarak değerlendirdi.

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, NTV’nin canlı yayında Ankara Temsilcisi Nilgün Balkaç’ın sorularını yanıtladı.

Diplomasi gündeminin tamamen Ortadoğu'ya kaydığı bir dönemde, özellikle Kıbrıs Rum dönem başkanlığı sırasında AB süreci ve bakanlığı bir miktar geride kalmış gibi hissedip hissetmediği yönündeki soruya karşılık, 'Kesinlikle hiç geride kalmış hissetmiyoruz. Avrupa Birliği süreci Türkiye'nin en önemli reform sürecidir. Avrupa Birliği Bakanlığı olarak kendimizi 'reform bakanlığı' olarak görüyoruz ve reformlar konusunda da son derece kararlı bir şekilde ilerliyoruz' diyen Bağış, TBMM tatile girmeden önce yoğun çalışmalar sonucu geçirilen yasaların, önümüzdeki dönemde yayınlanacak ilerleme raporunda Türkiye'nin yüz akı olacağını dile getirdi.

Güney Kıbrıs'ın AB dönem başkanlığının, Türkiye'nin AB ile ilişkilerini olumsuz bir şekilde etkileyemediğini ifade eden Bağış, 'Çünkü biz Avrupa Birliği'nin tarihinde olmayan bir şeyi onlara icat ettirdik. Pozitif gündem adı altında bir süreç başlattık. O süreç içerisinde sekiz ayrı fasılda teknik seviyede arkadaşlarımız ekipler kurdular, çalışmalarımız yürüyor' dedi.

Avrupa Birliği tarihinde ilk kez Türkiye ile vize muafiyeti müzakerelerine başlama kararının çıktığını, terörle mücadelede AB ile ABD arasındaki anlaşmadan Türkiye'nin de yararlanabilmesi için imkanların seferber edildiğini ve Türk vatandaşlarının Avrupa Komisyonu'nda istihdam edilebilmesinin önünü açacak bir takım çalışmaları yürüttüklerini söyleyen Bağış, 'Milletimizin yaşam standardını yükseltmek için harıl harıl çalışıyoruz, durmak yok reforma devam diyoruz' şeklinde konuştu.

'Biz aştıysak, Avrupa'da krizi aşacaktır'

Avrupa'daki ekonomik kriz sebebiyle AB'nin geleceğini karanlık görüp görmediği ve 10 yıl önceki coşkusunun devam edip etmediği yönündeki bir soruyu 'O coşku daha da güçlü bir şekilde devam ediyor' diyerek yanıtlayan Bağış, 'Çünkü Avrupa Birliği ekonomik bir birlik değil ki, ekonomik kriz sebebiyle biz oradan vazgeçelim. Avrupa Birliği bir barış projesi. Avrupa Birliği asırlar boyunca birbiriyle savaşmış olan İngilizler ve Fransızları barış içerisinde bir arada tutabiliyorsa, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği o kıtasal projeyi küreselleştirecek bir süreçtir' dedi.

AB Bakanı, sözlerine şöyle devam etti:

'Türkiye'de de 10-12 yıl önce bir gecede yüzde 8 bin faizler ödeniyordu. Avrupa'da daha o noktaya gelinmedi. Biz nasıl o krizi aştıysak, Avrupa da o krizi aşacaktır. Avrupa bugün bizim dış ticaretimizin yüzde 50'sini yaptığımız, bize gelen turistin yüzde 65'ini gönderen, ülkemizdeki küresel yatırımın yüzde 80'ini temsil eden, ülkemizdeki yeni teknolojilerin yüzde 92'sini bize ulaştıran bir coğrafya. Ayrıca kişi başına düşen refahın en yüksek olduğu coğrafyadır. Onun için Avrupa Birliği'nin kendi sıkıntıları olabilir, ancak biz kendi reformlarımızı Avrupalılar için değil, kendi vatandaşımızın yaşam standardını yükseltmek için yapıyorsak, reformlarımıza devam edeceğiz. Vakti zamanı geldiğinde üye olup olmamayı halkımıza soracağız, referanduma gideceğiz, tartışacağız. Ama şu anda bizim için önemli olan Avrupa Birliği'nin ülkeleri değil, ilkeleri. O ilkeleri bu ülkenin vatandaşlarına yaşatabilmek.'

'Vize AB müktesebatına da aykırı'

Bağış, bu yıl başlatılan Schengen vizesinden muafiyet sürecinin 3-4 yıl süreceğini kaydederek, 'Bu 3-4 yıllık sürecin sonunda Schengen Bölgesi'ne bizim vatandaşlarımız da pasaportlarını göstererek girebilecekler, vize almadan gidebilecekler diye düşünüyorum. Çünkü bu vize, aslında Avrupa Birliği'nin müktesebatına da aykırıdır.' dedi.

Kaynak: Euractiv

Yola çıkmadan önce mutlaka okuyun!

 Avrupa'da yaşayan gurbetçilerimiz özlemle bekledikleri senelik izinlerini Türkiye'de geçirmek için hazırlıklara başladı.

Gurbetçilerimizi şimdiden tatlı bir izin heyecan sardı.. Avrupa ülkelerinde yaşayan kalabalık aileler için en ekonomik olanı yine karayolu ulaşımı olacağa benziyor. Sağlıklı bir izin ve tatil için trafik kurallarına mutlaka uyun.
Pasaport, Nüfus Cüzdanı, Mavi Kart, Oturma ve Çalışma İzni, döviz, sigorta ve araçların ruhsat ve diğer belgelerini ve bunların geçerlilik sürelerini çok iyi kontrol edin. Avrupa'da oturma ve çalışma izni olanlara bütün yollar açık. Bu güzergahtaki hiç bir ülkeye vize yok. Bu yıl Bulgaristan ve Yunanistan'da Yeşil Pasaportlara vizeyi kaldırdı. Yunanistan'da yeni yapılan Igoumenitsa - İpsala otobanı üzerinde benzin istasyonlarının yapımına başlandı..

İşte yola çıkmadan önce sizler için hazırladığımız ön bilgiler:

Pasaport

Pasaportlarınızın geçerlilik süresini mutlaka kontrol edin. Süresi bitmiş veya 3 aydan az olan, bazı sayfalarında yırtık, silinti ve kazıntı bulunan pasaportlar sınır kapılarında sorun yaratıyor. Eski tip (lacivert) pasaportların süresi artık uzatılmıyor. Laciver pasaportlar içerisindeki süre bitene kadar geçerli. Bu pasaportlar 24 Kasım 2015 tarihinden itibaren artık kullanımdan kalkacak. Annesinin pasaportuna kayıtlı 7 yaşından büyük çocukların fotoğraflarını mutlaka konsolosluklarda pasaporta yapıştırtın ve büyüdülerse fotoğraflarını yenileyin. Seyahat edecek yolcuların mutlaka pasaport, bulundukları ülkenin vizesini ve nüfus cüzdanlarını yanlarında bulundurmaları gerekir. Halihazırda 16 yaşına kadar küçüklerin ayrı pasaport sahibi olmaları şart değildir. Bu gibiler, anne ya da babanın pasaportunda kayıtlı olarak seyahat edebilirler. Karayolu ile gidiyorsanız pasaportun ve pasaporttaki alınan oturma izin süresinin en az 6 ay daha fazla geçerli olmasına dikkat edilmelidir. Yurtdışında ikamet etmekte olan 16 yaşından küçük Türk çocuklarının geri dönüşte sorunla karşılaşmamaları için sahip oldukları ya da kayıtlı bulundukları pasaportta oturma izni yanlarında olması gerekir. Annesinin pasaportunda kayıtlı çocukların mutlaka pasaport sahibi ile beraber seyahat etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde büyük sorunlarla karşılaşabilirler. Avrupa Birliği ülkeleri bu aydan itibaren artık çocuklar da dahil olmak üzere herkesin ayrı pasaportu olmasını istiyor. Çocukların anne pasaportunda kayıtlı olarak seyahat etmesi yasaklandı.

Yeni (bordo) pasaport için en az 2 ay önceden konsolosluklara başvurun. Konsolosluklara gitmeden önce internetten randevu alın. Günün her saati (7/24) epasaport.gov.tr adresinden randevu alabilirsiniz.

Yeni pasaport için herkesin mutlaka bizzat konsolosluğa gitmesi gerekmektedir. Ancak, ağır hastalar için doktor raporu ile bir yakını müracaat edebilmektedir. Pasaportunu kaybedenlere polisten alacağı bir kayıp belgesi ile konsolosluklardan bir defa kullanılmak üzere geçici pasaport verilmektedir. Bu pasaportlar Türkiye’ye gidene kadar geçerlidir. Türkiye’de yeni bir pasaport alıp, yurtdışına onunla çıkılmalıdır. 18 yaşından küçük çocuklar için pasaport çıkartılacaksa, çocuğun annesi ve babasıyla birlikte konsolosluğa gitmesi gerekiyor ya da taraflardan birinin önceden Muvafakatname vermesi ile diğeri de başvurabiliyor. 18 yaşını doldurmuş olan herkes nüfus cüzdanı ve 1 adet biometrik fotoğrafla konsolosluğa başvurup, pasaport alabilir. Pasaportların, Nüfus Cüzdanı, Mavi Kart ile arabanızla ilgili önemli belgelerin bir fotokopisini önceden çıkartırsanız, orjinal belgeleirn çalınması halinde, yeni pasaport ve diğer belgeleri çıkarmak daha kolay olabilir.
Avusturya, Alman veya başka ülke vatandaşları yola çıkmadan önce pasaportlarını mutlaka yanlarına almak zorundadır. Sırbistan ve Makedonya'dan geçişlerde, Avusturya/Alman veya diğer kimlikleri kabul etmiyor. Mutlaka pasaport istiyor! Türkiye'de ikamet ettiğiniz yerdeki emniyet müdürlüklerinden de kısa bir sürede pasaport alabilir ve yeni pasaport ve eski pasaportunuzla birlikte geri dönebilirsiniz.

T.C. Kimlik numarası olmayan Nüfus Çüzdanınızı mutlaka Avrupa ülkelerindeki temsilciliklerimizde veya Türkiye'deki nüfus müdürlüklerinde yenileyiniz. Çünkü Türkiye'deki hiçbir makam T.C. Kimlik Numarası olmayan kimlikle işlem yapmamaktadır. T.C.Kimlik numarası olmayan nüfus cüzdanlarıyla işlem yaptırken zorlukla karşılaşabilirsiniz. Gümrük kapılarında da memurlar T.C. Kimlik Numaranızı istiyor.


 

Pembe Kart veya Mavi Kart

Yola çıkmadan önce Pembe veya Mavi Kartlarınızı mutlaka yanınıza alın. Nüfusunuz kapalı olduğundan Türkiye'deki her işinizi pasaport ve Mavi Kartınızla birlikte yapmanız gerekecektir.
Dikkat: Tapu ve noterlik işlerinizde Alman pasaportunun tercümesi isteniyor. Avusturya vatandaşlarınıza Türkiye'ye girerken vize gerektiğinden Mavi Kartı veya Pembe Kartı olmayanlar vize almak zorundadır. Dikkat çok önemlidir. Mavi kartı olmadan 3 aydan fazla kalan Avusturya vatandaşları Türkiye’den çıkarken mavi kartlarını ibraz edemez ise 5 yıl Türkiye’ye girme yasağı konulmakta ve ayrıca para cezası verilmektedir.

Askerlik tecil belgesi

Askerlik yapmamaış olanlar, tecil belgenizin süresini kontrol edin ve yola çıkmadan önce konsolosluğun verdiği belgeyi mutlaka yanınıza alınıza alın. Ya da en azından erteleme sürenizin ne zaman bittiğini konsolosluktan veya şubenizden telefonla öğrenin. Aksi takdirde yeni çıkan askerlik yasasına göre bir takım sorunlarla karşılaşabilirsiniz.

Yüksek miktarda döviz

Üzerinizde veya otomobilde fazla döviz bulundurmayın. Eğer, Türkiye'ye yüksek miktarda döviz götürmeniz gerekiyorsa, bunu en iyisi banka havalesiyle yapın. Avrupa Birliği (AB) almış olduğu bir karar ile AB ülkeleri içerisinde seyahat halinde iken 10 bin Euro'dan fazla taşınmasını yasakladı. Bulgaristan'da döviz sınırı ise hala 4 bin Euro.
Üzerinizde bulunan fazla dövizi, altın, takı ve mücevherleri sınır kapılarında deklare etmeniz gerekiyor. Türkiye'den getirmek istediğiniz altın ve takılar başınıza çok büyük sorunlar açabilir. Ağır vergiler ödemeniz gerekebilir. Bilmiyordum demek sizi kurtarmıyor.
Dikkat: Gaz tabancası taşımak ve otomobilde bulundurmak da yol üstündeki çoğu ülkelerde yasak ve ağır cezaları bulunmaktadır. 

Emeklilere tavsiyeler

İster Türk vatandaşı ister Mavi kartlı olsun, emekliler otomobilleriyle Türkiye'de 1 yıl kalabilirler. Yani emekli vatandaşlarımız, Türkiye'ye gidip bir yıl kalabilir ve arabasını da bir yıl Türkiye'de kullanabilir. Ancak, emeklilerin yola cıkmadan önce emeklilik kasasından gelen belgeyi konsolosluğa götürüp, bağlı olduğu konsolosluktan Türkçe tastikli emekli belgesi alması ve Türkiye'de ne kadar kalacağı hakkında ilgili "Yabancılar Dairesine" bilgi vermesi gerek. Türkiye'de arabasını bir yıl kullanıp Almanya'ya ya da diğer ülkelere dönen emekliler, ancak 6 ay geçtikten sonra tekrar aynı araçla Türkiye'ye gidebilir. Yurtdışında emekli olmuş emekli vatandaşlarımız, emeklilik belgesi yanında olması halinde "Misafir Araç" (MA/MZ) kullanabilir. Vatandaşlarımız bulunduğu ülkelerin konsoloslukları tarafından emekli belgesi almalı ve tasdik ettirmelidir. Aynı şekilde bulunduğu ülkenin yabanclar dairesine ve emekli kasasına Türkiye'de ne kadar kalacağı hakkında bilgi vermeli ve belge almalıdır.

Avrupa'da  Sağlık sigortası

Yola çıkmadan önce bağlı olduğunuz sağlık sigortasına başvurup (Örnek: Almanya'da AOK, Avusturya'da GGK) Türkiye'ye izne gideceğinizi ve yol boyunca AB üyesi olmayan ülkelerden geçeceğinizi belirtirseniz, sigortanız size söz konusu ülkelerin dilinde hazırlanmış ve sizin sigortalı olduğunuzu gösteren bir belge verebilir. Böylece, yolda ağır hastalanmanız veya başınıza kaza gelmesi halinde, bu ülkelerin sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanabilirsiniz. Ayrıca üyesi olduğunuz herhangi bir otomobil (Almanya’da ADAC, Avusturya'da ÖAMTC) kulubünden de ek bir sağlık sigortası yaptırmanız menfatinizedir. Avusturya'daki vatandaşlarımız izin sırasındaki aksaklıklara karşı yanlarına mutlaka A/TR3 belgesi almalıdır.

Belgeleri gözden geçirin

Ehliyetinizi, arabanın uluslararası Yeşil Sigorta kartını, ruhsatınızı yanınıza almayı unutmayın. Arabanın lastiklerini, motor ve fren hidrolik yağını, fren balatalarını, otomobilinizin kayışını, hava filtresini, farlarını, TÜV süresini kontrol edin. TÜV’ü bitmiş otomobilinizle sakın yola çıkmayın. Geçtiğiniz ülkeler çok yüksek cezalar yazabilir. Uluslararası otomobil klubü (ADAC/ÖAMTC) üyesi iseniz, yol güzergahı için broşürler ve harita isteyin. Ağır hastalık ve kaza halinde uçakla Almanya veya ikamet etiğiniz ülkeye getirilmek gibi bir dizi hizmet sunan (Almanya) ADAC - Plus veya ÖAMTC anlaşmasını yaptırmanız yararlı olur. Yola kış lastikleriyle çıkmayın.
Vekaletnameyi unutmayın! Başkasının adına kayıtlı araçla izne gidiyorsanız, mutlaka noterden, konsolosluktan veya ADAC/ÖAMTC gibi kurumlardan vekaletname çıkarın. Türkiye’ye girişte vekaletnameniz yoksa, kaybetmiş veya unutmuş iseniz, arabanızı gümrük alanına çekerler, Türkiye'ye giriş yapamazsınız. Arabanın sahibi konsolosluktan çıkardığı vekaletnameyi, konsolosluğun faksından ilgili sınır kapısındaki gümrük bölümüne gönderebilir. Ondan sonra araç kayıt işlemlerini tamamlayarak yola devam edebilirsiniz. Sınır kapılarında perişan olmamak için, vekaletnameyi önceden yanınıza almayı unutmayın.



Araba, tren veya feribot ile seyahat

Arabalı trenle giden yolcuların, Avusturya'nın Villach kentinde arabaların trene bildirildiği istasyona, trenin hareketinden 2 veya 3 saat önce gelmesi yararlı olur. Arabayı kapalı vagonlara koyarken, pasaportlarınızı ve önemli belgelerinizi sakın arabada bırakmayın, yanınıza alın. İtalya’nın Ancona ve Brindisi   limanlarından feribotla Türkiye’ye gidecek olanlar’da feribotun hareketinden 2 veya 3 saat önce gelip işlemlerini yaptırabilirler. Arabanızı gemiye park ettikten sonra aynı şekilde pasaport ve diğer belgeleriniz, yiyecek ve içeceklerinizi ve giyeceklerinizi de yanınıza alarak kameraya çıkınız.

Kredi kartı

Yola çıkmadan önce bankanıza uğrayıp "Kredi kartım çalınırsa ne yapmam lazım?" diye sorup bilgi almanız yararlı olur. Yollarda mümkünse ödemelerinizi nakit olarak yapın. Benzin istasyonlarında ödemelerde kredi kartınızı kullanmayın, kredi kartınızın kopyalanma ihtimali olabilir. Ayrıca benzin fiyatlarında dikkat ediniz. Tabeladaki fiyatlarla kasadaki fiyatlar ayrı olabilir. Benzini doldurken mutlaka arabanızın yanında bulunun.

Cep telefonu

Bağlı bulunduğunuz cep telefonu şirketinden, yol üzerindeki ülkelerde cep telefonu konuşmalarının dakika üçretini öğrenin. Kaybolduğunda veya çalındığında neler yapmanız gerektiğini öğrenin. Yurtdışında mümkün olduğu kadar az telefon konuşması yapın, çünkü yutdışı dakika üçretleri çok yüksektir.

 

Trafik uyarıları

Uzun süre araç kullananlar, tehlike anında zamanında tepki gösteremiyor. Arabayı zamanında durduramıyor. Kaza nedenlerinin çoğu uykusuzluktan ve aşırı yorgunluktan kaynaklanıyor. Kesinlikle uykusuz ve yorun olarak araba kullanmayın!
Mümkün ise her 2 saatte bir mola verin. Direksiyon başında gözlerinizin karıncalanması, ensenizde gerginlik oluşması, sırtınızın ağrıması, esnemenin başlaması, başınızı dik tutmakta zorlanmanız, yorgunluk ve uyku belirtileridir. Bu durumda hemen bir mola verip, dinlenin. Kısa molalarda, kan dolaşımını düzenleyecek, kol ve bacak kaslarınızı çalıştıracak egsersizler yapmanız da faydalı olur. Hatalı araç sollamak, kavşaklarda geçiş önceliğine uymamak, geçme yasağı olan yerlerde sollamak, süratin üzerinde hız yapmak, kazalara sebep oluyor.
Geçtiğiniz ülkelerin trafik kurallarına kesinlikle uyun. Yolda araba konvoyundayken sollama yapmak için acele etmeyin. Arabası yüklü olanların sollama mesafesi uzayacağı için, daha dikkatli olmaları gerekir. Şayet arabanız kaybolur, çalınır, yanar veya kullanılmayacak hale gelirse anında ilgili polis yetkililerine ve  savcılığa müracaat ederek bir rapor alın ve raporu mutlaka beraberinizde getirin.

Büyükelçilik ve başkonsoloslukların telefon numaraları

Aşağıda verdiğimiz, Türkiye istikametindeki yol güzergahında bulunan ülkelerdeki Türk büyükelçilikleri ve konsoloslukların telefonlarını bir kenara mutlaka not edin. Başınıza bir şey gelirse, büyükelçiliklerden veya konsolosluklarımızdan hemen yardım isteyebilirsiniz. Şayet konsolosluklara ulaşamazsanız T.C. Dışişleri Bakanlığını Alo Çağrı Merkezi Hattı'nı 0090 312 292 29 29 numaralı telefonu da 7/24 saat arayabilir ve bilgi alabilirsiniz. 

Evden çıkmadan önce

İzine giderken, kapınızı sağlam kilitlemeniz, evde bütün elektrikli aletleri fişten çekmeniz ve hatta elektrik şalterlerini tamamen kapatmanız iyi olur. Şayet derin dondurucunuzda et, balık ve benzeri yiyecekler varsa buna dikkat etmeniz gerekir. Şimşek veya yıldırım olaylarına karşı bilgisayarların fişini çekmeyi unutmayın. Güvendiğiniz komşulara veya yakınlarınızdan, zaman zaman evinize göz kulak olmalarını, varsa çiçeklerinizin veya akvaryumdaki balıkların bakımını rica edebilirsiniz.

Türkiye istikametindeki büyükelçilik ve başkonsoloslukların telefon numaraları:

Avusturya / Viyana Büyükelçiliği: 0043-1-5057338
Avusturya / Viyana Başkonsolosluğu: 0043-1-877 71 81
Avusturya / Salzburg Başkonsolosluğu: 0043-662-44 21 20
Avusturya / Bregenz Başkonsolosluğu: 0043-5574-42 083

Slovenya / Ljubljana: 00386-1-2364150 veya 51
Hırvatistan / Zagreb: 00385-1-4864660
Sırbistan / Belgrad: 00381-11-3332400 veya 44
Bulgaristan / Sofya: 00359-2-9355500
Makedonya / Üsküp: 00389-2-3104710
Yunanistan / Atina: 0030-210-7263000
Macaristan / Budapeşte: 0036-1-4789100
Çek Cum. / Prag: 00420-224-311402

Gümrükler ve havalimanları:

Kapıkule: 0090-284-238 22 06
Hamzabeyli: 0090-284-328 71 03
Dereköy: 0090-288-244 40 50
İpsala: 0090-284-616 10 22
Pazarkule:  0090-284-223 74 73

İstanbul Atatürk Havalimanı: 0090-212-4655555 veya 0090-212-4637777
Sabiha Gökçen Havalimanı: 0090-216-5855000

Avusturya Turing – ÖAMTC: 120

Turkonline haber sitesi olarak yola çıkacak olan tüm vatandaşlarımıza, sağlıklı, kazasız, belasız, rahat ve neşeli yolculuklar dileriz. Yollarda çok acele ederek, dinlenmeden uykusuz araba kullanmayın. Kendinizin ve ailenizin hayatını tehlikeye atmayın. Kendinizi, eşinizi ve çocuklarınızı ve diğer yakınlarınızı düşünün..

İyi tatiller!

Kadir Keleşoğlu / Turkonline Özel Haber
kadir@turkonline.at Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

Kaynak: silayolu.com, e-konsolosluk.com

İçişleri Bakanlığı'ndan pasaport için 40 gün uyarısı

İçişleri Bakanlığı'ndan pasaport için 40 gün uyarısı: 140 bin pasaport basım için bekliyor. İçişleri Bakanlığı, çipli pasaport alım süresinin 40 güne kadar çıkabileceği uyarısında bulundu.

 

İçişleri Bakanlığı, pasaport için 40 gün uyarısı yaptı.

İçişleri Bakanlığı, ihalenin iptaliyle çipli pasaport sıkıntısı başladığı uyarısında bulundu.

İşte İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan pasaport için 40 gün uyarısının nedeni...

Star gazetesinde yer alan habere göre; 81 ile gönderdiği uyarı yazısında 140 bin pasaportun basılmayı beklediğini belirterek 40 günlük pasaport kaldığını kaydetti. Hac ve umre adaylarının pasaport sıkıntısı yaşamamaları için en az iki ay önce müracaat etmeleri istendi.

Çipli pasaport krizi geçen Aralık ayında bir Fransız firmanın aldığı ihalenin güvenlik gerekçesiyle iptal edilmesi üzerine başladı.

Vatandaşlara seyahatlerinden en az iki ay önce pasaportlarını almaları uyarısı yapılıyor. Ancak hacı adayları, hak kazandıklarını öğrendikten kısa süre sonra işlemlerini yaptırmak zorundalar. Hacca gitmeye hak kazanan bir aday, kura çekildikten 3 ay sonra yolculuğa çıkıyor ve bu süre içinde pasaport ile vize işlemlerini yaptırması gerekiyor. Bu kişilerin büyük çoğunluğunun hayatlarında ilk kez pasaport alacak olmaları da yığılmaları daha da arttırıyor. Ramazan umresi için pasaport müracaatı yapan vatandaşlar ile birlikte bu yıl hac ve umre için yüzbinlerce kişinin, pasaport müracaatında bulunması bekleniyor.  

Türkiye’de iki yıl önce kullanılmaya başlanan çipli elektronik pasaportların ihalesinde bir türlü aşılamayan krizin nedeni ise Türkiye vatandaşlarının bilgilerinin güvenliği.
Bir pasaportun çipinde bulunan şifresinin kırılması durumunda Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyan herkesin kimlik bilgilerine ulaşılabileceği belirtiliyor.

Uzmanlar, yurtdışında üretilip Türkiye’ye gönderilen çiplere yerleştirilecek küçük bir virüsün tüm e-devlet kapısını açabileceği uyarısında da bulunuyor.


 

Hayirli Izinler, Iyi Yolculuklar!

Share

Dışişleri Bakanı Davutoğlu Avusturya’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdi.

Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu, Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger’in davetine icabetle, 22 Mart 2012 tarihinde Avusturya’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdi.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile mevkidaşı Spindelegger başkanlığındaki heyetlerarası görüşmelerde başta vize ve entegrasyon konuları olmak üzere ikili ilişkiler ile Türkiye-AB ilişkileri ele alındı. Avusturya Dışişleri Bakanı Spindelegger’in Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve beraberindeki heyet onuruna verdiği çalışma yemeğinde ise Ortadoğu’yu ilgilendiren konular, Filistin sorunu, P5+1 ile İran arasındaki temaslar ve Suriye’deki son durum ele alındı.

Düzenlenen ortak basın toplantısında Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye ve Avusturya'nın 15. yüzyıla kadar giden diplomatik ilişki geçmişi olduğunu belirtti. Avusturya'nın Türkiye'de yatırım yapan ülkelerin başında yer aldığını, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 3 milyar Dolara ulaştığını söyledi. Avusturya ile parlamentolar arası ilişkilerin geliştirilmesinin arzu edildiğini kaydetti. Avusturya Dışişleri Bakanı ise ülkesinin Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine destek verdiğini ve müzakere sürecinde fasılların açılmasına engel olmadığını ifade etti.

Avusturya’daki temasları çerçevesinde, Avusturya-Türkiye İslam Birliği (ATİB) Merkezi’nde Türk toplumu ileri gelenleriyle biraraya gelen Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türk vatandaşlarına, kendi kültürel kimliklerini muhafaza ederek yaşadıkları ülkenin toplumuna entegre olmaları ve yaşadıkları ülkenin dilini öğrenmeleri çağrısında bulundu. Avusturya Dışişleri Bakanı Spindelegger ile Avusturya İçişleri Bakanlığı’nda Entegrasyondan Sorumlu Devlet Sekreteri Kurz’un da katıldığı toplantıda, Avusturya’daki Türk toplumunun entegrasyona ilişkin sorunları ele alındı.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu ziyareti sırasında ayrıca, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer tarafından da kabul edildi.

 

Occupy Wall Street alanından eylem izlenimleri

Occupy Wall Street hareketi yaklaşık bir aydır Wall Street yakınlarında mevzilenmiş durumda. Hareketin katılımcıları ABD'nin çürümüş siyasi ve ekonomik sistemine öfke duyuyor. Ama bu öfkenin ortaya çıkardığı hareket, nereye gideceği konusunda kararsız görünüyor.

Occupy Wall Street hareketi, 25 gündür ABD’nin finans merkezi Wall Street yakınlarındaki Liberty parkta nöbette. Yaklaşık 200 kişilik bir grup geceyi bu parkta geçiriyor. Destekçiler ile meraklı turistlerin de aralarında bulunduğu ziyaretçilerle birlikte park, her gün birkaç bin kişinin bir araya geldiği bir buluşma noktası haline gelmiş. Böyle bir kalabalığı ağırlamak gerekince gönüllüler, park alanında hem sürekli eylemciler hem de ziyaretçiler için birtakım düzenlemeler yapmış. Etrafta uyku tulumu ve erzak yığınları kadar, basınla ilişkiler masası, politik eylem masası ve de gönüllüleri eylemlere nasıl katkı koyacakları konusunda bilgilendirmek üzere kurulan masalar göze çarpıyor. Parkın orta yerinde bir de küçük kitaplık oluşturulmuş. Çünkü onlarca gündür direnenlerin, tartışmak kadar okumaya da ihtiyacı oluyor.

occupy5_0.jpg

ABD’yi sarsan ekonomik kriz ile son yıllarda rekor seviyeye çıkan işsizlik oranına ve şirketleri kayıran çürümüş siyasi yapıya tepki göstererek bu eylemi başlatan grup, sesini başlarda çarpıcı afişlerle ve sosyal paylaşım siteleri üzerinden örgütlenerek duyurmaya çalıştı. Eylemin ses getirmesinde, kamuoyu tarafından ilerici görüşleriyle tanınan Susan Sarandon gibi sanatçıların, Cornel West gibi düşünürlerin destek ziyaretinde bulunmasının da katkısı büyük oldu. Wall Street protestolarının bir türlü sızamadığı medya organlarında yer bulması başarısı ise, New York polisine ait. Polis geçtiğimiz hafta Brooklyn köprüsünü kapatmaya çalışan 700 kişiyi topluca tutuklayınca, büyük medya organları için en azından işin bu yanı haber değeri taşıdı. Böylece Occupy Wall Street hareketi de daha fazla duyulmaya ve tartışılmaya başlandı. Geçtiğimiz hafta sendikaların katılımıyla yapılan kalabalık yürüyüş ise eylemlerin “gençlik isyanı”ndan ibaret olmadığını göstermesi bakımından önemliydi. Bu kritik gelişmeler gözleri kimilerinin “Amerikan sonbaharı” diye adlandırdığı harekete çevirdi. Öyle görünüyor ki, bugün hala Occupy Wall Street’in ne olduğunu bilmeyen milyonların yanı sıra, eyleme doğrudan katılmayan ama dostlarıyla sohbet ederken bunun doğru yöntem olup olmadığını sorgulayan çok sayıda insan bulunuyor.

Parkta basın mensuplarına rastlansa da, özellikle büyük medya organlarının bu harekete çok sıkı bir sansür uyguladığı bir gerçek. New York Times gibi daha liberal çizgideki yayın organlarının hareketi önce neredeyse hiç görmeme yolunu seçmesi, daha sonra ise internet sitesinde birkaç kısa video yayınlayarak geçiştirmesi bunun bir örneği. Medya geçtiğimiz haftadan itibaren eylemlere daha fazla yer vermeye başlasa da, bunun başlıca nedeni, az önce belirttiğimiz gibi özellikle New York polisinin kitlesel gözaltı saldırısıyla eylemi bir anda ülke gündemine taşımış olması. Ancak Wall Street eylemcilerini görmezden gelemeyen medya organları, bu kez de New York halkının eylemcilerden rahatsız olduğu, hippi’lerin sokağa indiği şeklindeki karşı propagandayla eylemin meşruiyetini sarsmaya çalışıyor.

Eylemciler kendilerini nasıl tanımlıyor?
Eylem etrafında bu kadar haber kirliliği varken en doğrusu Occupy Wall Street hareketinin ne olduğunu temsilcilerine sormaktı.

Parkta basın için oluşturulan köşede buluştuğumuz sözcülerden Linnea, bazı medya organlarının hareketi anarşizan bir gençlik grubunun eylemi olarak göstermesine itiraz ediyor. occupy4_0.jpg Gençlerin başından beri eylemde büyük ağırlığa sahip olduğunu belirten Linnea’ya göre, bunun önemli nedenlerinden biri, diğer yaş gruplarındaki insanların iş koşulları ya da çocukları nedeniyle eylem alanında daha az bulunabilmeleri.

Ancak parka bakarak eylemin çapının anlaşılamayacağını söyleyen Linnea, birçok kişinin kendilerine yemek getirdiğini, evlerini açarak banyo yapmalarını sağladığını ya da başka destek yolları bulmaya çalıştığını söylüyor.

Gerçekten de eylemin destek kitlesi, Liberty parkta görünenden çok daha geniş. Üstelik eylem burada başladı ancak sadece New York’la sınırlı kalmadı. Başta Washington D.C. olmak üzere ülkenin pek çok bölgesine yayıldı. Ancak Linnea’nın da belirttiği gibi, farklı eyaletlerde benzer şekilde sokağa çıkanlar arasında çok az doğrudan bağ var. Linnea, bir anda ülkenin farklı köşelerinde benzer eylem çağrısı yapılmasını bir esinlenme ilişkisi olarak tanımlıyor. Eylemin uluslararası esin kaynaklarını sorduğumuzda ise, Linnea, herkes gibi Tahrir Meydanı’nı ve İspanya’daki eylemleri hatırlatarak, buralardaki hareketlerin kendilerine ilham verdiğini söylüyor.

Occupy Wall Street hareketinin örgütlenme ve karar alma yöntemlerini sorduğumuzda ise, “merkezsiz ve lidersiz hareket olma” niteliğini hatırlatan Linnea, kararların uzlaşmayla, uzun tartışma süreçlerinin sonunda alındığını anlatıyor. Bahsettiği fikir farklılıkları üzerine sorduğumuz “Bu kadar farklı fikirle bu eylemler nereye doğru gidiyor? Bu meydandan ortak talepler çıkacak mı? Örneğin gelecek başkanlık seçimlerine yönelik bir tartışma yapılıyor mu? Bazı eylemcilerin yine Obama’ya oy vereceği konuşuluyor, ne diyorsunuz” şeklindeki bir dizi soruya ise şöyle yanıt veriyor: “Aslında bu konuları çok fazla konuşmuyoruz. Yani başkanlık seçimi gibi konular pek gündeme gelmiyor. Obama konusunda da bence herkesin görüşü farklı. Ancak bunları tartıştığımızı söyleyemem. Biz burada daha çok bir öğrenme sürecindeyiz. Önümüzdeki günlerde politik bir talep olur mu bilemem. Ama şu anda böyle bir şey söz konusu değil, bu kadarını söyleyebilirim. Önemli olan burada olmak ve bu çürümüşlüğe karşı çıkabileceğimizi göstermek.” Linnea’nın politika konuşmaktan pek hoşlanmadığını anlıyoruz.

Bakan Davutoğlu, Avusturya'da şoke oldu

Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger’in resmi davetlisi olarak başkent Viyana’da bulunan Ahmet Davutoğlu’nun Türk ve diğer yabancı öğrencilerin eğitim gördüğü Ettenreich Gymnasium isimli orta öğretim okulunu ziyaretine bir öğrencinin serzenişi damgasını vurdu.

Mevkidaşı Spindelegger ve Uyumdan sorumlu Devlet Sekreteri Sebastian Kurz ile birlikte sınıflarına giren bakan Davutoğlu okul çıkışında Türk öğrencilerle ayak üstü sohbet etti. Sohbet sırasında Davutoğlu’nun yanına gelen Türk çocuğu, "Burada öğretmenler bize çok kötü davranıyor. Özellikle Türklere çok kötü davranıyorlar. Bir defasında öğretmenin biri bana yumruk bile attı" dedi.

Çocuğun anlattıkları karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen bakan Davutoğlu, "Ciddi misiniz? Bu tür şikayetlerinizi dile getirdiğiniz için size teşekkür ederim. Medeni cesaretiniz için tebrik ederim. Bu konuyu sayın Spindellegger ve sekreter Kurz ile görüşeceğim" diye konuştu.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Avusturya ziyareti süresince bu ülkede yaşayan 260 bin civarındaki Türk kökenlinin uyum sorunları ve çözümleri görüşüldü.



Kaynak : haber3.
 

 

 
 

 Obama konusunda kafalar karışık
Politikayla daha fazla ilgili olabileceğini düşündüğümüz kişiler de var meydanda. Kendisini sosyalist olarak tanımlayan Cynthia’ya occupy7_0_0.jpg soruyoruz bu kez de sorularımızı: “Politika konuşmuyor musunuz gerçekten? En azından Obama konusunda ne yapacağınızı tartıştınız mı?” Cynthia bu konuda farklı görüşler olduğunu, Cumhuriyetçilere karşı Obama’ya bir kez daha destek vermeyi savunanlar bulunduğunu söylüyor ama “bir sosyalist olarak ben bunlara katılmıyorum” diye ekliyor. Kendisinin nasıl bir politik stratejiye sahip olduğunu sorduğumuzda ise, “bir tek yolu yok” diyerek başlıyor anlatmaya: “Tek bir şey yapmamız gerekmiyor, birlikte de yapmamız gerekmiyor. Herkesin yaşadığı sorunlar farklı. Bence o yüzden her yerde, yani valilik seçimlerinde olabilir ya da farklı yerel platformlarda olabilir herkes kendi sorununu dile getirmeli ve bunun için mücadele etmeli. Böyle devam etmeliyiz.” Sendikaların katıldığı yürüyüşü hatırlatarak “Ulaşım işçilerinin, öğretmenlerin ya da diğer çalışanların da katıldığı daha etkili eylemler örgütlenemez mi” diye sorduğumuzda ise, Cynthia bu konuda net bir şey olmadığını söylüyor. Bu yanıt üzerine kısa vadeyi soruyoruz: “Önümüzdeki aylarda ne yapacaksınız?” Cynthia bu konuda bir karara varmadıklarını ama kendisinin özellikle soğukların bastırmasıyla bir süre dağılmayı ve sonra tekrar toplanmayı savunduğunu söylüyor.

occupy3_0.jpg

Hyde Park mı?
Biz söyleşileri gerçekleştirirken parkın bir tarafında canlı müzik performansı eşliğinde ritm tutuluyor ve dans ediliyor. Bir diğer tarafında ise ellerinde pankartlarla küçük gruplar, kendi taleplerini dile getiren konuşmalar yapıyor ve sloganlar atıyor. Haitililer, ABD’nin ve BM’nin Haiti’den elini çekmesini isterken, Porto Rikolular ülkelerindeki ABD işgalinin son bulmasını istiyor. Occupy Wall Street hareketi aslında işgallerden, çevre felaketlerine kadar pek çok sorunun dile getirildiği bir platforma dönüşmüş durumda. ABD’nin içinde bulunduğu durumdan rahatsız olanlar kadar, ABD’nin dışarıya müdahalelerine karşı çıkanlar da burada buluşuyor.

Eylemlere katılanlar, destek verenler heyecanlı. ABD çok uzun yıllardır bu tür eylemlere tanık olmuyor. O yılları hatırlayacak kadar yaşlı olanlar, yaşananları Vietnam savaşına karşı yapılan kitlesel protestolara benzetiyor.

occupy2_0.jpg

Occupy Wall Street hareketi gerçekten ne başarabilir, bu sorunun yanıtını vermek şu anda çok güç. Bir tarafta güçlü bir dayanışma örgütlemeye çalışan ve şirketlerin aç gözlülüğünden, şirketlere çalışan çürümüş politik sistemden nefret eden heyecanlı bir kitle var. Diğer tarafta ise, Liberty parka sistemi sarsmayacak şekilde her şeyin dile getirilebildiği bir “Hyde park” görünümü hakim.

Hakiki ABD demokrasisine dönüş talebi
İnsanların konuştuklarına kulak kabarttıkça, ABD demokrasinine duyulan hayranlığın sıkça dile getirildiğini duyuyoruz ve şaşırıyoruz. Sistemin çürümüşlüğünün temelinde, ABD demokrasisinin özüne sadık kalınmamış olmasını bulanlar az değil. Onlar öze dönüş istiyorlar, eylemlerini de bu dönüşün bir biçimi olarak görüyorlar. Öte yandan, politika denince “hayır, biz başka bir şey yapmaya çalışıyoruz” diyerek politikayı sadece Demokratlar-Cumhuriyetçiler danışıklı dövüşünden ibaret gören anlayışın çok yaygın olduğunu gözlemliyoruz. İnsanlarla konuştukça, “grev” gibi önemli mücadele araçlarına ilk kez duyuyormuş gibi yabancı bir toplamdan söz ettiğimizi anlıyoruz.

occupy6_0.jpg

Her şeye rağmen ABD’den bir itiraz sesi yükselmiş olmasının meydandakilere büyük moral verdiği görülüyor. Ama şu anda Liberty parka rengini çalan, neyi zorlayacakları ya da nereye kadar gitmek istedikleri konusunda kararsız bir eylemci toplamı. “Devrim” dillerde en çok dolaşan kelimelerden biri olsa da, ABD demokrasisinin gerçekten işletilmesi, ABD anayasasına gerçekten uyulmasıyla sorunların çözülebileceğine inanan bir kitle dolduruyor şu anda meydanı. Başka türlü söylersek, “devrim”i sevseler de, “ABD’nin gerçek değerleri” olarak niteledikleri ve ABD kapitalizminin çürümüşlüğünden bağımsız tuttukları demokrasilerini de seviyorlar.

(soL - New York)



Datenschutzerklärung
Kostenlose Homepage von Beepworld
 
Verantwortlich für den Inhalt dieser Seite ist ausschließlich der
Autor dieser Homepage, kontaktierbar über dieses Formular!